Kenneth Goldsmith / Çeviren Denge Esenterk


The New Concrete: Visual Poetry in the 21st Century isimli antoloji 2015 yılında İngiltere'de yayımlanır. Victoria Bean ve Chris McCabe editörlüğünde 2000 sonrası dünyadan çeşitli görsel şiir örneklerine yer veren antolojide, Türkiye'den Barış Çetinkol, Serkan Işın ve Ercan y Yılmaz'ın işleri bulunmaktadır. Antolojinin Kenneth Goldsmith tarafından yazılan giriş yazısı çevirimizin ikinci bölümüdür. (e.n.) 

Helvetica (2007) adlı belgesel film klasik yazı tipinin çevresinde dönen ideolojik savaşları anlatır. Bir yanda, belirgin hudutlarını ve yüzeysel stilini dizaynın doruğu olarak gören sabit fikirli modernistler; öte yanda çoğunlukla genç tasarımcılardan oluşan, 60’lı yıllarda veya daha sonra yetişkin olan ve yazıtipini endüstriyel-askeri kompleksin kötülüğünün timsali olmasını hem politik hem de estetik olarak reddeden bir grup. Onlara göre, Helvetica kendi nizamı içerisinde, muhafazakâr doğruluğa sahip ‘adamı’ temsil eder. Yazıtipinin gücünü karşılamak amacıyla, onun tam zıttı olan yazıtipleri üretirler: etkileyici, elle çizilmiş ve garip. Onlara göre yazıtipleri ve kullanılış biçimleri bir politik savaş meydanıdır; Helvetica monoliti ancak ve ancak ham duygulara daldırılarak yumuşatılabilir.

Tipografinin bir fanı olarak, her iki tarafa da sempati duymamak güç. Elbette ki Helvetica epeyi dar bir dünya görüşüne sahiptir ama ‘en çok arzu edilen iyi tasarım’ı temsil eden daha güzeli, seçkini ve temizi de yoktur. Kendinden emin bir şekilde yeryüzünde neye karşılık geldiğini ve neyi temsil ettiğini bilmektedir. Ama tam da bu sebeplerden zamanımıza uymamaktadır.  Helvetica soğuk savaş döneminin şekillendirdiği bir eserdir, ikili sistemini açıkça ortaya koyar: siyah ve beyaz; eski ve yeni, biz ve onlar. Yirminci yüzyıl ortası yazıtipi olsa da, tipografik bezemeleri, gösterişli yazımı ve Viktorya dönemine has girdaplı kıvrımlarıyla yirmi birinci yüzyıldan aslında çok uzaktır. Bizim onunla ilişkimiz de bir o kadar romantiktir. Bugün karşımıza çıktığında, alıntı metinlerde, kataloglarda baştan sona marş edip bize yüzyıl ortası modern tarzda mobilyaların replikalarını satmaya, Dwell dergisindeki gibi size işporta mal itelemeye çalışır. Ama bir şekilde, Helvetica’nın tek boyutlu basitliği ve arılığı günümüzün karmaşık dünyasında goygoy yapmaya kalkmaz.

Somut şiirin tarihi de benzer hatlarda anlaşılabilse de en büyük fark 1950’lerde kesin yargılarla Helvetica’yı savunan uygulayıcıların 1970’lerde sosyal, politik ve teknolojik sebeplerden Helvetica’yı reddeden uygulayıcılarla aynı kişiler olmasıdır. Bu küçük hareketten, ütopyadan distopyaya bir yol haritalaması, yirminci yüzyılın ikinci yarısının gizli tarihinin içinde gömülü olarak yer alan geçmişiyle ve sonraki kültürel kazanımlarla paralellikler göstermesiyle söz edilebilir. 1970’lerin sonlarıyla somut şiir, içeriden yanan bir odun yığını gibi içine çöktüğünde, bilgisayar çağında dijital bir zümrüdüanka kuşu gibi o küllerden yeniden doğacağını çok az kişi öngörebilmişti. Bu küllerinden doğma yirmi birinci yüzyılda dille kuracağımız ilişkiyi de önceden sezmişti.

Masamda ellinci yıl dönümünü imleyen Noigandres grubu olarak bilinen Brezilyalı somut şiirinin kurucuları sayılan şairler Haroldo ve Augusto de Campos kardeşlerin yanısıra onların okul arkadaşları olan Décio Pignatari’nin kataloğu duruyor. Anadiline bakmaksızın herkes tarafından okunabilecek bir şiir dili, evrensel bir resimli dil yaratmaya çalıştılar. Harfler semantik kapasitelerini ikiye katladı ve başlı başlarına birer görsel element haline geldiler. Genelde şiirler -ki hayal edebileceğiniz her dilde yazılmıştı- birer anahtarla geldiler, ki örnek olarak Japonca bilmeseniz bile, sayfanın üstüne yayılmış olan bir kanjinin ne ifade ettiğini kabaca anlayabilirdiniz. Göze hoş gelen, politik duruşu olan, devrimci hedeflere sahip: linguistiğin nihai olarak çözülmesini sağlayacak ve dolayısıyla uluslar arasındaki siyasi bariyerleri ortadan kaldıracak görsel bir Esperanto yaratmak.

Bu hareket, Poundçu imajcılıktan ve Joyceçu kelime oyunundan faydalanarak, yirminci yüzyılın reklam sloganları, logolar ve sembollerle sıkıştırılmış dillerine yönelme isteğiyle uyum gösterdi. Tarihsel bağlamın tüm çapaklarını törpüleyerek, metafor, doğrusallık, spontan kompozisyon ve organik form dahil, somut şiir köklerini modernizmin ışığı altında sağlamlaştırdı. Bu şiirler, (kullanımları ve ideogram teorileriyle grup için önemli bir esin kaynağı olan) Ezra Pound’dan alıntılamak gerekirse, ‘yenileme’ arayışıydı.

Dönemin siyah beyaz fotoğraflarında, Noigrandes 1950’lerin ‘ciddi’ entelektüelleri olarak ortaya çıktılar. Asla gülmeyen, ince klapeli koyu renk takım elbiselerin altına, kolalı beyaz gömlek ve dar kalıplı kravat giyen entellektüeller. 1920’lerdeki Parisli modernistlerin tropik versiyonu gibiydiler. Sanki alametifarikası olan kruvaze tüvitiyle uyumlu kalın çerçeveli gözlüğünün üstünden bakan Stravisnky’i andırıyorlardı. Mecmuaları, ki ekiplerinin ismini taşıyordu, Avrupa modernizmini çağrıştırıyordu. Dizaynı Éditions Gallimard hissi veren bir görünüme sahipti. Kapakta kıvrımlı al al bir tipografi, altı kalın siyah düz çizgilerle çizilmiş, etrafında da fersahlarca genişlikte kirli beyaz renkte bir boşluk. Mecmua tamamen Futura yazıtipiyle ve şiirlerle dizgilenmiş, siyah beyaz seçkin fonem öbekleri, yüzeyinin çoğunluğu boş olan sayfalar boyunca sanki dans ediyordu. Ola ki bazı renkler kullanıldı, bunlar da genelde ana renklerden ibaret oluyordu, ve bu da şiirlerin Mondrian’ın linguistik karşılığı olduğunu ilan ediyordu.

Ekibin kendi şiirlerinin yanısıra bu mecmua klasik modernist şiir ve manifestolara da yer verdi, ki bunların da çoğu Brezilya’da ilk kez takdim ediliyordu. Aşağı yukarı her sayısında Stéphane Mallarmé, Pound, ve e.e. cummings gibi isimlerin yanısıra Noigrandes, Oswald de Andrade ve João Cabral de Melo Neto gibi radikal isimler de yayınlandı. Bütün sayılar poster-şiir fikrine adanmıştı. Bu yöntem bu şiirlerin kentteki duvarlara asılır hale gelmesiyle ‘kentsel ve endüstriyel alandaki yeni cemiyete ait yeni duyarlılık şekillerini’ ve Brasilia kentinin ütopik inşasıyla sırt sırta vererek büyüyen fikirleri keşfetmeyi sağlayacak bir araçtı.[1] Şiirler bütün duyuları uyaracak biçimde tasarlanmıştı ve Anton Webern’in Klangfarbenmelodie (Ses-renkler-ezgi) anlayışını ve Pound’un phanopoeia, melopeia, and logopoeia [2] (biçim, müzik ve anlamla oynama) anlayışını ve Joyce’un yeni sözcükler üretmeye dayalı verbivocovisual [3] anlayışını yansıtan ilk örneklerdi.

Dünya çapında somut şairlerinde oldukça hacimli bir karşılık bulmasıyla İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya, Macaristan, Kanada, ABD ve Japonya’dan katılan işlerin de eklenmesiyle birlikte uluslarası hüviyetli bir harekete dönüştü. 1960’larda somut şairler Times Literary Supplement’in iki özel edisyonuyla onurlandırılırdı, birkaç etkili anatoloji çıkartılır ve eserler tüm dünyada galerilerde sergilenirdi. Marshall McLuhan’ın medya teorilerinden John Cage’in rastlantısal müziğine kadar, çağdaş avangart fikirlerle kolkolaydılar. Kendilerini Brezilya’da genç Tropicalia hareketiyle bağlantıladılar -Caetano Veloso, Augusto de Campo’ya ait bazı şiirleri müzikleştirdi-  bu da şairlerin global ölçekte bir pop dalgasını sırtlanmalarına yol açtı. Birkaç yıllığına da olsa devrimleri gerçeklik olmuştu.

Décio Pignatari 'beba coca cola' 1957


Augusto de Campos, Luxo Lixo (Futura 9) 1966


Augusto de Campos, Linguaviagem, 1967

Ancak Brezilya’daki siyasi sorunlar büyüyordu ve bunların başında da 1964’te Joao Goulart’ı başkanlıktan indiren darbe geliyordu. 1968’e gelindiğinde askeri vesayet iyice kök salmış ve uzun yıllar sürecek otoriterliğin önünü açmıştı. Bu karanlık yıllar üzerine Haroldo de Campos şöyle yazıyor:

Şiir boğuluyordu. İdeolojilerin krizi uluslararası düzeyde pik yapmış; bir tarafta -vahşi ve yırtıcı- genişlemeci kapitalizm, diğer yanda baskıcı ve tektipçi bürokratik devlet, dünün devrimcilerini bugünün apparatchik’leri haline getiriyor ve sanatı parti-politik dogmanın yaveri yapıyordu. Şiir, ütopik işlevinden kopup (çelişkili biçimde elektronik teknolojiyle güçlenen yeni  medyaya ve beraberinde gelen benzeri görülmemiş olanaklara rağmen). Tıpkı Benjaminci/Mallarméci evrensel resim dili kehanetini ete kemiğe büründürür gibi.[4]

De Campos sonraki yirmi yıllık somut şiir üretimine ‘post-modern’ demek yerine ‘post-ütopik’ demeyi tercih etti. İdeolojinin yok olmasıyla şairler görsellik politikasını; ‘elektronik teknolojiyi’ ve ‘beraberinde gelen benzeri görülmemiş olanaklar’ ile değiştirerek sanatsal pratiklerinin şekilsel parametrelerini genişlettiler. O ana dek yapılan ve modernizmin katı koşullarına sadık şekilde bağlı olan her şey -çoğunlukla yazıtipi ve kağıttan ibaretti- birden bire videodan kitlesel mimari heykellere kadar uzanan farklı mültimedya formlarına saçılan bir patlama yaşadı.

Henri Chopin, Audiopoems, 1971

Bu trendin zirvesi Augusto de Campos ve Julio Plaza arasındaki 1975’te yapılan Caixa Preta (Kara Kutu) adındaki ve içeriğinde savurgan ‘kendin yap’ yöntemiyle yapılmış kalıp kesme kağıdından heykellerden gösterişli plak kaplarıyla sarılmış 45’lik Veloso disklerine kadar birçok şey bulunduran işbirliğiydi. Korkusuz yazıtiplerinin ulaşılabilirliğinin artmasıyla, de Campos da sans-serif yazıtiplerini eğlenceli 1970’lerin disko tipografisini ya da bir porno filmin jeneriğinde kullanılan yazı tiplerini yansıtacak şekilde değişime uğratarak, kendi alanını yarattı. Eğlenceliydi ve bir bakıma rahatlatıcıydı. De Campos, Helvetica’cı genç tasarımcıların yaptığı gibi, kendisini modernizmin deli gömleğinden kurtardı. Bu dönem şairlerinin fotoğrafları bile bir rahatlamanın göstergesidir: artık saçlar uzun ve dağınıktır, havacı gözlüklerinin çerçeveleri spor görünümlüdür, yere kadar uzanan deri ceketler giyilir ve  çiçek desenli takılar takılır, Arnold Schoenberg’tense Rainer Werner  Fassbinder gibiydiler.

Haroldo de Campos’un da dikkat çektiği gibi, benzer değişimler farklı ifade yöntemleriyle dünya çapında hissedildi. Kanada ve İngiltere’de ikinci bir somut şair dalgası saf modernizmden, üretimlerini daktilonun lekelerinin -yanlış vuruş, vuruş izi, üstüste baskı, çift baskı, çizgi dışı vuruş gibi- şiir yazımı sırasında makine kullanıldığının bir kanıtı olarak kasten bırakıldığı  ‘kirli somut’a yönelmiştir. Önceki şiir üstünde durulmuş bir dizgiye gerek duyarken daktiloda şiir üretmekle ilgili  demokratik bir husus vardı: herkes yapabilirdi. Daktilo somut şiirin görünümünü de değiştirdi. Eş aralıklı yazı tipleri ve kızağın dizgeli hareketi şiirlere mekanik bir tat kattı. Bu durum o zamanlar sanat ortamlarını yerinden oynatan minimalizmi de yansıtıyordu. Carl Andre’ye ait tuğlalar ve dizgiler aynı madalyonun iki yüzüydü. Yine de daktiloda yalnızca tek bir yazıtipi vardı, odak tek tek harflerden dumanlı ve vızıltılı vuruşların fluluğuna döndü.

Daktilonun demokratikleşmesi şiirleri artan bir politik farkındalıkla doldurdu. Medya arkeoloğu Lori Emerson şöyle aktarıyor:

‘(kirli somut) 1950’lerdeki ve 60’lardaki İsviçre’de (Eugen) Gomringer’den, Brezilya’da Noigrandes’ten ve İngiltere’de Ian Hamilton Finlay’den gelen somut şiirin temiz çizgilerinden ve grafik olarak nötr görünümünden kasıtlı olarak uzaklaşmayı ifade eder. Bu temizlik kabaca politikaya temas etmemesinden, özelde de politikanın dil ve temsil ile yetersiz ilişkilenmesinden ileri gelir. Fransız şair Henri Chopin’in 1969’da, işçi/öğrenci protestolarının hüsranla sona ermesinden sonra yazdığı gibi: ‘1968 insanın gerçekten göründüğü yıl oldu. İnsan ve sadece insan sokaklara sahip oldu… Evet, 1968 bunu gördü. Bu sebepten somut şiire karşıydım ve karşıyım, aktif olmadığı için hiçbirşeyi somutlaştıramayan. Sokaklara hiç çıkmadı. İnsanın fetihlerini nasıl elde ettiğini hiç bilmiyor: bize ait olan sokak, baskıya sokmaktansa sözü her yere yayabilen. Aslında somut şiir entelektüel bir meta olarak kaldı. Yazık.’[5]

Birçok somut şair Chopin’in iddiasını daha az burjuva şiiri çağrısı olarak aldı ve şiirlerinin yüzeyini daktilo veya Bob Cobbing’de olduğu gibi kirli’yi sömürerek, isli baskı yapan teksir ve fotokopi makinelerinin görsel ve dilsel doğrusalsızlık ve okunaksızlığını yerleştirdi.[6] Bu karşı estetik sonraki birkaç on yılda punk fanzinlerine ve grunge kültürüne de sızdı. 1968 yılı itibariyle somut şiir gerçekten de sayfadan çıkarak Paris sokaklarına, sitüasyonist etkili graffiti aracılığıyla katlanarak kent duvarlarına sıçradı.

Collected Poems, Cygnet Ring, 1977


1980’li yıllara gelindiğinde somut şiir hareketi çöktü ve elden ele kaset verir gibi dolaşabilen posta-sanat (mail art), pul büyüklüğünde tablolar, masa üstünde sergilenecek kadar küçük heykeller ve katlanabilir posterler gibi trendlerin içinde eridi.

Yokluğa karışan bir şeyin aynı zamanda dirilmekte olduğuna dair bir teori vardır. Yeni formlarda ve amaçlarda yeniden büyür. Mesela atların ulaşım aracı olarak gözden düşmeleriyle rekreasyon objesi olarak yeni bir role geçmeleri birbirini izler. Cep telefonu çağında, akıllı telefonlarda veya Ipod’da dijital müziğin mevcudiyetiyle plak satışlarında sürekli bir artış yaşandı ve plaklar  artık fiziksel birer fetiş nesnesi oldular.[7] Dergiler, eskiden bilgi alınırken, şimdiyse kahve masasında bir dekor oldular; okunmaktan ziyade göz atılan nesneler haline geldiler.

Somut şiir de artık ömrünü tamamladığı anda dijital dünyada yeni ve beklenmedik bir rol kazandı. Aslında dilin maddeselliğiyle ilgili birçok somut şiir fikri bilgisayar sistem ve işlemlerinde tekrar vücut buldu. Fare imlecimiz dilimizle etkileşime girdiğinde gayet fiziksel bir iş yapmakta. Mesela en basitinden bir kes yapıştır işlemi. Bir kelimeyi seçip fareyle alarak aşağıya kaydırdığımızda, o kelimeyi gerçekten de başka yere taşıyıp bırakmış oluyoruz. Bir bağlantıya tıkladığımızda, kelimenin gerçek anlamıyla o kelimeye basmış oluyoruz.  Analog çağda herhangi bir kelimeye fiziksel olarak basabilmiş miydiniz? Aynı şekilde kelime işlem yazılımlarında bir dili bir yerden alıp başka bir yere sürükleyip bırakabiliyoruz. E postamızı yazdıktan sonra ‘gönder’ tuşuna bastığımız anda dili bitler halinde bir bilgisayardan başka bir bilgisayara fiziksel olarak taşıyan bir dizi etkileşimi tetikleriz. Yazdığınız kelimeler tam anlamıyla dünyanın yarısını gezmiş olur. Photoshop adlı yazılımda metinle çalıştığınız her seferde -uzat, bük, yeniden boyutlandır- dille maddi olarak etkileşime geçeriz. İnternetin bizzat kendisi alfanümerik bir dilden ibarettir, klasik somut şiirin yapıldığı malzemenin bizzat kendisi. Sayısal maddeler olarak gördüğümüz videolarımız, fotoğraflarımız ve şarkılarımız kodlar halinde işlenmiş bir dildir. Yüklediğiniz bir JPG dosyasının hatalı açıldığında karşınıza çıkan kilometrelerce uzunluktaki kodları düşünün.  Henri Chopin gibi şairler tarafından kurulan somut şiirin büyük demokratikleşme hayalleri günlük aktivitelerimizin içinde yerini aldı. Haroldo de Campos’un evrensel okunabilir görsel dil fikri ekranlarımızda ikonlar, emoticonlar ve emojiler olarak ekranlarımızı doldurup taşırıyor.

Yirmi birinci yüzyılda yazılan somut şiirler sayısal ortam tarafından tüketildi -hatta bir bakıma ona tepki gösterdi, ki buna post-sayısal somutçuluk denebilir. Hatta bazı durumlarda yazılan şiirler geçen yüzyılda yapılanlara çok benzese de, üretilişlerinde, yapımlarında ve dağıtımlarında sayısala verdiği tepki ile farklı bir hissiyatı vardı. Yirmi birinci yüzyıl somut şiiri daima yirminci yüzyıl öncülerine göz kırpıyor.

Yıllarca vanila A4 kağıtlarına lazer yazıcılarla basılmış şiirlerden sonra ya da düşük çözünürlüklü PDF olarak görüldükten sonra, kalın el yapımı kağıtlara basılmış, lüks kalın kağıttan kutulara konmuş şiirler taze bir çıkış yapıyor. Kitaplar sayısal çağda olduklarından daha da güzeller. Artık biçok şehirde olan sanat kitabı fuarlarına şöyle bir gidin. Özel olarak üretilmiş ciltli yapıtlar o kadar çok ki. Şairler ayrıca print-on-demand (siparişe göre baskı) sistemine de ilgi gösteriyor. Düşük bütçeli çok sayıda kitap basımı her zamankinden çok daha ucuz. Kirli somut, punk ya da grunge estetiğinin geri dönüşü sayısal teknolojilerle mümkün oldu. Yirmi birinci yüzyılda şairler aynı zamanda daktilo estetiğini ve elle yazılmış bir kelimenin dışavurumcu özelliğini de yeniden keşfetti. Bu da çeşitli anlamsal olmayan (asemik) şiirlerin ortaya çıkmasına yol açtı. O kadar eşsizler ki bilgisayar tarafından yapılması mümkün değil. Ve kentlerimiz, onlar bile kelimelerde dolup taştı. 68 Parisi’nin duvarları, etkileyici hiyerogliflerle geniş manzara nesneleri oluşturan dinamik grafiti ve sokak sanatı (street art) tarlalarına dönüştü.

Post-sayısal somut şiirin içeriği görünüşe bakılırsa sosyal ağdan da etkileniyor. İnternetin kes yapıştır kültürü, silintinin güçlü kütleçekim alanı, hatta belki sayısal çağın kültürel yapıtlarının kırılganlığı üzerine bir yorum gibi tahsis edilen ve remikslenen  o kadar çok dil unsuru var ki. Somut şiir her zaman hızlı bir şiir olsa da -kasten yakın okumaya kapalı- bilgi çağında görünen o ki, kısa ömürlü olarak dizayn edilmekte. 4chan görsel makrolarından etkilenmiş ve Twitter jargonuna indirgenmiş olarak somut şiir pratik düşünülen kısa ve öz cümle formuna gelmiş durumda.

Poetry will be made by all!, 2014


Lawrence Weiner , Joseph Kosuth, Jenny Holzer ve Barbara Kruger gibi görsel sanatçılar onlarca yıldır kelimelerle çalışsalar da galeri tabanlı birçok genç sanatçı da kendilerini ‘metin sanatçısı’ olarak değil de ‘görsel şair’ olarak tanımlamakta. Tıpkı sanat dünyasının dans ve performans gibi geleneksel ve durgun sanat formlarını yeniden tasarlaması gibi, şiir de benzer bir muamele görüyor; geçen yıl Zürih’teki 89plus sergisi ve atölyesi, Poetry Will Be Made By All! (Şiir Herkes Tarafından Yapılacak!), 25 yaşının altındaki düzinelerce şairi topladı, duvarlar kelime çıkartmalarıyla kaplandı, bluetooth üzerinden şiirler paylaşıldı ve tüm dünyadan genç şairler tarafından hazırlanan bin adetin üzerinde print-on-demand şiir kitabı basıldı.

Somut şiirin harika armağanı dilin çok boyutluluğunu gerçeklemesiydi. Bize kelimelerin sadece kelime olmadığını gösterdi. Geçen yüzyılda marjinal ve butik bir arayış olarak görülen şeyin bu yüzyılda kehanetvari olduğu ortaya kondu. Dil etrafımızda hareketin kurucularının hayal bile edemedikleri, ancak görseler memnun olacakları kadar etkili bir şekilde patladı. Willem de Kooning’in ünlü sözündeki gibi ‘tarih beni etkilemez, ben tarihi etkilerim.’ Somut şairlerin ne kadar ileri görüşlü olduğunu ve kendi yüzyıllarından ötesini etkilediğini[8] görmemiz için internet yeterli oldu.

 




[1] João Bandeira/Lenora de Barros (eds.), Poesia concreta: o projeto verbivocovisual (São Paulo: Artemeios, 2008), sf.30

[2] Literal çevirisi: İmge-şiir, ezgi-şiir ve bilgi-şiir (ç.n.)

[3] Literal çevirisi: Sözlü-sesli-görsel (ç.n.)

[4] a.g.e. sf.136

[5] Lori Emerson, Reading Writing Interfaces: From The Digital To The Bookbound (Minneapolis: University Of Minnesota Press, 2014), sf.99-100

[6] a.g.e. sf.100

[7] Bu durum tabii ki 2015’te Apple Watch’ın piyasaya sürülmesiyle değişebilir.

[8] Morton Feldman, 'The Anxiety of Art' (1965) ed. B. H. Friedman, Give My Regards to Eighth Street (Cambridge, MA: Exact Change, 2000), sf.32